Eveet sonbaharın ortalarında yağmurlu bir gün. Ekim ayıda
bitiyor hem bayram geldi hem kuzinin doğum günü. Normalde ben bayram günleri,
düğünler, nişanlar yani böyle özel günlerde acayip sinir bozucu bir insan olup
çıkarım. Ben bile şaşırıyorum bu halime, herkesin ağzından burnundan
getiriyorum, böyle günleri hem aileme hem kendime zehir ediyorum. Yani böyle
günler benim iple çektiğim günler değil. Yine de bayramları seviyorum.
Herneyse konumuz bu değil, konumuz kuzinin doğum günü. Ne
hediye alınacak, hangi filme gidilecek. Epey bir kafa yorduktan sonra hediyeye
karar verdik. Asıl problem hangi filme gidilecek. Bizim doğum günlerimizde
gelenek halini almış olan bir şey bu. Doğum günü filmi ve hepsi genelde hoş
anılar olarak kalıyor. Mesela bir X-men olayı varkı unutulmaz. Şuan hangimizin
doğum günüydü hatırlamıyorum ama X men Wolverine gitmiştik Pendik Oscar’a.
Oscar sinemalarına gidenler bilir ufak perdeli küçük
salonları film işte o salonlardan birinde oynuyordu. Seyirciler de sadece
bizdik Kuzi Sis ve ben, salon sadece bize ayrılmıştı çünkü bizden başka hiç
kimse o filme girmemişti. O gün çok eğlenmiştik büyük ihtimal salonun
kapısından geçenler içerde korkunç bir filmin ya da komedi filminin oynadığını
düşünmüşlerdir. Çünkü film boyunca epey bir kahkaha ve çığlık atmıştık.
Nasıl atmayız Hugh Jackman çıplaktı, Ryan Reynolds vardı
kısa sürdü ama yetti tabi birde Daniel Henney vardı (bahsetmeden geçemiycem geçenler de Shanghai
Calling filmini izledim özlemişim veledi neyse bahsetceğim şey bu değildi
oynadığı karakter Zero. Zero ismindeki karakterlere bayılıyorum sebebini başka
bir yazıda anlatacağım) gelde çığlığı basma.
Normal de Xmen serisine bayılırım çocukken çizgi dizisini
hiç kaçırmazdım ve favori karakterim Gambit’ti , filmlerinde ne zaman çıkacak
diye beklerken bu filmde karşımıza çıktı üstelik Taylor Kitsch’n bedeniyle daha
ne isterim.
İşte böyle birde Kadıköy’ün ortasında bir sürü insanın için
de film için yazı-tura atma hikayesi var keşke kazanan film August Rush (Jonathan
Rhys Meyers) olsaydı. Kazanan film 27 Elbise (James Marsden) olmuştu. İki filmi
de severim ama yinede August Rush’ı sinema da izlemeyi isterdim.
Herneyse bu kez bizi yazı tura kuryarmayacak gibi çünkü üç
seçenek var. Seçim doğum günü sahibi yapacak ama olsun.
Seçenekler kuzinin bayıldığı bir seri olan Paranormal
Activity 4“Büyük ihtimal buna gideceğiz”
İyi bir sebebi olan (Joseph Gordon Levitt) Tetikçiler (Looper)“Belki buna gidebiliriz”
Vee benim çok merak ettiğim Bulut Atlası (Cloud Atlas)“Umarım buna gideriz”
Gittiğimiz filmin yorumu ile belki dönerim. HERKESE İYİ
BAYRAMLAR J
Bu gün kendimi tanıtmak istiyorum daha doğrusu kardeşlerimin
gözünde ne ye benzediğimi göstermek istiyorum. Bu yazı ile bana ait en özel
sırları ifşa etmiş olacağım. Geçenler de yaklaşık bir ay kadar önce erkek
kardeşlerim pc’nin başında gülme krizine girmişlerdi. Ben de yine komik bir
video izlediklerini düşündüm meraktan yanlarına gidip ekrana baktım. Ekran da
bir korku filminin posteri vardı, beni görünce ikiside:
-“Aynısının tıpkısı” dedi. Tabi ben saf saf bakıyorum, “Abla
aynı sana benzemiyor mu?” deyince, bende jeton düştü.
Belki böyle birşeye kızmam gerekirdi ama galiba bu duruma
alıştım. Nerde tuhaf bir yaratık görseler bana benzetiyorlar. İşte ben bunlara
benziyorum J
Benim en sevdiğim Buz devrinden Sid karakterine benzetilmem,
ikimiz de saf ve tembeliz. Sisin söylediğine göre uyku alışkanlıklarımızda aynıymış.
Adamımsın Sid
Uyurken böyleymişim
Diğeri ise Gollum, yine sevdiğim bir filmden sevdiğim bir
karakter ama Arwen’e benzetilmeyi tercih ederdim. Niye Golluma benziyorum
korkak ve çift karakterliyim birde saçlarım seyrek ve ince telli daha çok bu
yönümü benzetiyorlar.
Tamam saçlarımla ilgili problemim var her daim saçaklı ve
söz dinlemiyorlar. Bir de 15 yaşın da bir peluş ayım var. Sen neden
bahsediyorsun demeyin işte güldükleri ve bana benzettikleri o poster.
Şöyle bir bakınca gerçektende benziyor. Elimde Romisaçlar dağınık evde genelde böyle dolaşıyorumJ
Az önce moralim çok bozuldu, tuhaf bir giriş oldu
farkındayım ama moral bozukluğuna verin. Uzun zamandır aklımda olan bir konu
hakkında bir şeyler yazmak istemiştim, netten de materyal topluyordum, resim
felan işte. Aaa ne göreyim o konu hakkında blog yazılmış, üstelik bir değil
birkaç tane, hem de birbirinden güzel yazmışlar. Sonuç hazırladığım iki taslak
direk DEL tuşuna kurban gitti. Hani kızgınlığım kendime geç kaldığım için (işte
benim tüm ömrüm boyunca en büyük sorunum), bir de böyle olunca başkalarının
yazdıkları şeylerden etkileniyorum ister istemez. Bu da yazdığım yazıyı
etkiliyor ve sanki fikir hırsızlığı yapmışım hissine kapılıyorum. Tamamen bana
ait olmuyor. Birden daha önceki bloglarımdan niye kurtulduğumu hatırladım.
Tamda bu yüzden, o kadar iyi blog yazarları vardı ki kendimi yetersiz
hissetmiştim. Hiç iyi bir kalemim olmadığın farkındayım hatta çoğu yerde
Türkçeyi katlettiğimin de. Tabi düşük cümlelerim ve kötü dilbilgisinden de
haberim var. “Var da niye devam ediyorsun o halde.” Gittiği yere kadar artık.
Eveeet silkelenip kendime geldim. Başkalarının yazılarına
takılmamalıyım sonuçta herkes kendi fikrini beyan ediyor. Aynı konuya farklı
kişiler farklı bakış açıları ile yaklaşırlar, önemli olan nokta bu. (Aslında
birçok konuda birçok kişiyle hemfikir olduğum ortaya çıktı.)
Daha önce yazılıp çizildi o kadar da umursamıyorum. Bugün
sevdiğim şarkılardan bahsedecemve tek
bir gruptan. Savage Garden’dan, sevdiğim tüm şarkılarda bu guruba ait. Onlarla
tanışmam lise yıllarıma dayanıyor tarih 1997 (tam emin değilim ama 97-2000
benim altın yıllarımdı. Ah gençlik ah gittinde geri gelmedin) bir pazartesi
günü saat öğleden sonra 5 civarı TRT 3 de izdüşüm programının 1 numaralı
şarkıyı çalmasını bekliyoruz. Bizim beklediğimiz şarkı backstreet boys şarkısı
şuana hangi şarkısı olduğunu hatırlayamasam da bekliyoruz birde ne görelim back
ikinci sırada (yalnız 1 numaradaki şarkının klibini baştan sona verirlerdi,
listedeki diğer şarkıları ise ucundan accık) NAYIIIR.
Ben kızgınım backın klibi az gösterildiği için ve bu yeni
şarkı, kadın mı erkek mi çıkaramadığım bu yeni solist, gıcık oldum….. Nerden
bilebilirdim bu yeni grubun o tarihten sonra en sevdiğim guruplardan biri
olacağını ve bu şarkıyı bu kadar çok seveceğimi. En büyük aşklar nefretle
başlıyormuş. İşte beni kızdıran ve daha sonra doldurduğum tüm karışık
kasetlerin (o zamanlar ne CD ne de Mp3 çalarlar vardı, onların yerine kasetler
ve walkmanler vardı) tek değişmeyeni olan o gıcık olduğum şarkı ve klibi J
Aslında Savage Gardenin aynı adı taşıyan albümünden çıkan
tüm single ları sevmiştim. Ama bu şarkının yeri bambaşkadır belkide albümün
zaman içinde en çok sevdiğim şarkısı olmuştur. Moraliniz bozuk olduğunda
canınız sıkıldığında hiç içinizden çığlık atmak geldi mi? benim geldi ve inanın
çoook çok işe yarıyor. O içinizdeki ağır yük attığınız çığlık ile vücudunuzu
terkediyor ve bir rahatlama hissi
geliyor. Tabi delimisin ne bağırıyorsun, manyak biri bişey oldu sanacak gibi
tepkiler yüzünden tekrar moraliniz bozulabilr. Trenlerin geçtiği yerler,
lunaparklar ve ıssız yerler önerilir…… Herneyse yine dağıttım işte bu şarkı
benim için bir çığlık gibi, bir antideprasan gibi, son ses kendimce uydurduğum
sözleri ile bağır çağır ve tepinerek koltuk tepelerinde eşlik ettiğim şarkı.
Eskisi kadar sık olmasa da arada bir bu tepinme işini yapıyorum. CHA Cha
Bunu da seviyorum Darren gibi evin ortasında az
dönmemişimdir. Şuan yine dönüyorum.
Ve tabi ki romantik şarkılar artık klasiklerden sayılan bu
şarkı sözleri ve klibi ile beni benden almıştı. Gerçekten, çılgınca, derinden……
Bu şarkının sözlerini belkide binlerce kez romantik film ve
dizilerde duymuşumdur. Savage Garden’ın ikinci albümü Affirmation’dan bir şarkı
I Knew I Loved You (Ayrıca bu şarkının klibi bir hikayeme ilham kaynağı olmuştu)
Şimdilik bu kadar yeter aslında daha çok var mesela sisin
ilk dinlediğinde çok sevdiği The Animal Song, Crash and Burn, ve Hold Me diğer sevdiklerimdi.Son
olarak grup dağıldıktan sonra Darren Hayes ‘in çıkardığı solo albümden bir
şarkıyla bu günlük burda bırakıyorum (Aslın da Darren’ın albümlerinden de birçok
şarkı var ama şimdilik yeter) Darenın sesi ile müstehcenliği bir kat daha artan
ve benim çok sevdiğim insatiable ile bayyyy.
Evet hazır böyle Uzakdoğu ile ilgili bir sayfa yazmaya başlamışken devam edeyim dedim. Genelde dizilerimi indirerek izlerim, bugün dizileri indirdiğim siteye girdiğim zaman eski bir dizi ile karşılaştım. Devil ile, bu diziyi izleme sebebim ilk izlediğim kore dizisi olan düşlerimin prensi dizisinin esas oğlanı olan JooJi Hoon du.
Dizinin diğer başrolü ise daha önce Delightful Girl de izlediğim Uhm Tae Woong'du. Bu adama odizide epey bir kızmıştım anacım ne takıntılı bir insandı. Ne saplantılı bir aşıktı sanki kore dizilerinde hangi aşk saplantılı değil diyeceksiniz ama genelde ikinci adamlara üzülürsünüz, esas kızın iyiliğini düşünürler mutlu olmasını isterler vs. işte burdaki adam kıza aşıktı ve kötüydü. Bilmiyorum bendemi bir sorun var ben genelde kötü adamları beğenme eğilimindeyimdir. Her neyse dizideki esas oğlan Jae Hee olunca ben onun tarafını tutuyordum. Sözün özü Delightful Girl'de kendisine pek bir sinir olduğumu hatırlıyorum.
Ama devil yaa bu adam bu dizi de beni mahvetti merhametten de aşk doğdu. Zaten dizide kime üzüleceğimi şaşırdım kaldım.
Çok uzatmadan dizinin konusu ve karakterlerinden şöyle bir bahsedeyim. Konu bana göre bir intikam hikayesi hatta dramın dibi ama genel olarak bakarsak polisiye gizem diye geçiyor. Bir polis dedektifinin seri cinayetleri çözmeye çalışırken medyum olan bir kütüphaneciden yardım alması ve her davada karşısına çıkan bir avukat. Aslında diziyi izlerken hangisi esas oğlan hangisi ikinci adamdı anlayamadım buna bizim yerimize esas kız karar verdi.
Uhm Tae Woong
Dizide Uhm Tae Woong dedektif Kang Oh Soo rolünde güçlü bir ailenin ikinci oğlu ve gençken işlediği bir suçun vicdan azabı ile yıllarını geçirmiş, polis olmuş böylece de kendince suçunu telafi etmeye çalışmış bir “gariban” olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca bu dizi sayesinde bu adama olan hayranlığım tavan yapmıştı.
Joo Ji Hoon
Joo Ji Hoon ise gizemli avukat Oh Seung Ho rolünde. Dizi ilerledikçe onun öldürülen abisinin intikamını almak isteyen Jeong Tea Seong (sırf bu ismi yazabilmek için arşivi karıştırdım) olduğunu öğreniyoruz. Evimizin prensi anneme göre bütün çekikler bu adama benziyor.
Shin Min Ah
Shin Min Ah(Seo Hae In) ise nesnelere ve insanlara dokunarak onların geçmişini görme yeteneğine sahip bir medyum ama bu yeteneğini insanlardan gizliyor. Bu yüzden kütüphanede çalışıyor. Daha önce bu yeteneğini kullanarak polislere yardım etmişliği var. Tabiki bir aşk üçgeni olmazsa olmaz, iki beyde kızımıza aşık oluyor.
Dizinin kurgusu ve olay örgüsü oldukça iyiydi. Uhm Tae Woong’un oynadığı karaktere o kadar üzülmüştüm ki ekrandan çekip ona sarılasım gelmişti (bana böyle hissettiren ilk karakterdi). Joo Ji Hoon’un karakterine ise genelde kızdığımı hatırlıyorum çünkü ortalığı karıştıran oydu. Buna rağmen bir o kadar soğuk ve karizmatikti, kendince de haklıydı. Ay ben buna da çok üzülmüştüm tuhaf olan dizinin iyi karakteri yada kötü karakteri yoktu. İkisine de aynı ölçüde acıyorsunuz bir olayın iki insanın hayatını nasıl mahvettiğini izliyorsunuz. Hele ki final bölümü çok çok feciydi, olması gerektiği gibi herşeyin başladığı yerde bitiyordu.
Dizini belki de tek kötü tarafı ben izlerken alt yazısının kötü olmasıydı belki yeni bir alt yazı gilmiştir bilemiycem. Genelde K-pop ile aram iyi olmasada her diziden mutlaka beğendiğim bir şarkı çıkar. İşte bu dizide de bu şarkı beni benden etti, heleki sözleri çok güzeldi.Snow flower şarkısından beri beni böyle hüzünlendiren bir şarkı olmamıştı. İlk dinlediğimde bana Sting'in Shape of My Heart'ı çalıyor gibi gelmişti. Ayrıca dizinin sonlarına doğru aynı şarkıyı Uhm Tea Woong’un sesiylede dinliyoruz, ayrı bi güzel olmuş ama ben ilk versiyonu tercih ediyorum. Son bir şey daha theme müzigide çok güzeldir.
Herkeslere merhaba yeni bir yazımla yine ben uzun zamandır bu yazıyı erteliyordum ama artık yazıp kurtulayım dedim. Aslında zincirleme olaylar sonucu bu yazıyı yazmaya karar vermiştim hani ben bir şeyden bahsederken ister istemez daldan dala atlıyorum ya işte öyle bir şey. Kore dizilerini izlediğimi söylemiştim sadece kore demiyelimde uzak doğu dizi ve filmleriyle alakalıyım diyeyim. Bu aralar da Ojakgyo Brothersı izliyorum sebebi de işte bu bey.
Joo Won’u ilk Gaksitalin tanıtımlarında gördüğüm an yaa ben bu çocuğu nerden tanıyorum diye düşündüm o kadar tanıdık geliyordu ki birini anımsatıyor du işte neyse çocuk pek bi sevimli geldi gözüme böylece önce maskeliyi (Gaksital) ardından da Ojakgyo Brothersı izlemeye koyuldum arada bir filmini bile izledim. Böylece yakışıklı listeme bir isim daha eklemiş oldum. Hala Ojakgyo Brothers izlemeye devam ediyorum normalde uzun dizilerden uzak durmaya çalışsamda işte bu iyi sebepler yüzünden uzun dizilerede bakıyoruz
Diziyi izlerken bu çocuğun aşık halleri beni öldürüyor konu açılmışken esas kızdan hazzetmediğimi söylemek istiyorum bir de dizideki 2 numaralı abiyi de abinin hikayesini de sevdim tipik kore dizisi konusu benim sevdiğimden ama o hikayedeki kızada bir gıcık olup bir sempati duyuyorum ve 2. Abiye çok fena acıyorum. Sonuçta dizi 4 erkek kardeşin hikayesini anlatıyor. Tam sisin sevdiği gibi onun için dizinin özeteni çıkarıp birde sis ile izliycem.
Nasıl oluyor o iş demeyin basbayağı oluyor. Sis de benim gibi uzun dizilerden hoşlanmıyor, dizi başlasın sakız gibi uzamasın aman bizi fazla sıkmasın tadında bitsin istiyoruz. Çünkü böylesi güzel oluyor, çünkü kore ve japon dizilerini sevmemizin bir nedeni de az bölümlü olmaları herneyse çok uzattım işte bu sebeplerden ben içinde sevdiğimiz bir beyin olduğu uzun dizileri öncesinden izliyor ve sadece o beyfendinin olduğu sahneleri montajlayıp 60 bölümlük diziyi 16 bölüme indiriyorum. Daha önce böyle iki dizi daha özetlemiştim dizilerdeki sevilen karakter sayısına göre bölüm sayısı çoğalıyor yada düşüyor. Mesala koskoca Giant dizisini 8 bölümde bitirmiştik ama Family Honor ancak 19 bölüme düşmüştü çünkü orda sevdiğim 2 hikaye vardı. Hatta bir gece yarısı Giantın özetlenmiş halini kuzenlerle izlerken kore yapımlarına yabancı olan erkek kuzenim bu dizi iki kişilik mi bunlardan başka kimse oynamıyormu diye sormuştu. Ojakgyo Brothersı kaç bölüme düşürürüm bilemiyorum dizideki tüm karakterler o kadar sevimlilerki epey bir zorlancam gibi geliyor.
Haa ne diyordum Gaksitali izlerken Joo Won bana birini hatırlatıyordu dedim ya işte kime benzettiğimi daha doğrusu kimi anımsattığını buldum Kang Dong Won’u. Üstelik böyle düşünenin bir ben olmadığını da öğrendim meğer herkesler benzetiyormuş. Joo won’u izledikçe Kang Dong Won’a o kadar da benzemediğini farkettim ama hala anımsatıyor. Dong Won’u pek bir beğenirim adamın tuhaf bir cazibesi var bir kere. Bir de Joo Won mimiklerini Dong Won kadar iyi kullanamıyor. Tamam yüzünün her halinin pek bir sevimli olduğunu kabul ediyorum, öyleki yanaklarını sıkıp agucuk yapasım geliyor hatta daha fazlasını ama neyse….Mimiklerini bu kadar iyi kullanan bir Kang Dong Won bir de Ahmet Kural var abi. Belki başka birileri de vardır ama şu an aklıma gelmiyor. Bu yüzden Joo Won ve Dong Won kıyaslaması yapmıycam ikisi de listemde ve ikisini de seviyorum. Benzeyip benzemediklerini de size bırakıyorum
Sevdiğim bir kitaptan alıntı “sıcak ekmek üzerine tereyağı sürüp üzerine de onları sürüp yiyesim geliyor” Sözü belki biraz değiştirmiş olabilirim.
Herneyse Joo Won sağolsun Kang Dong Won’u anımsatıp onu özlediğmi farketmeme sebep oldu. Ben de bu yüzden çocuğumun izlemediğim bir şeyi kaldımı diye baktım yok bulamadım, aslında bir tane var ama onu daha sonraya bırakıyorum. Ne yapayım ne edeyim demeden açıp M filmini birkez daha izledim (en sevdiğim filmi de o yüzden). Bir doz Kang Dong Won iyi geldi. Hazır başlamışken biraz daha çoçuğumdan bahsetmek istiyorum.
Kang Dong Won ile ilk tanışmam Maundy Thursday filmini izlemem ile oldu. Filmde ölüme mahkum edilmiş bir genci oynuyordu, film oldukça dramatikti, epey bir üzüldüğümü ve hatta gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum. Oynadığı karakter ilk başlarda bana itici gelmişti ama filmi izledikçe bahsettiğim o cazibeye kapıldım ve karakteri için üzülmeye ve sevmeye başladım. Ya oyuncu iyi rol yapıyordu ya da adamın gerçekten de hüzünlü bir yüzü var dı. Sonuç ikinci şık.
İkinci izlediğim filmi ise Woochi, bu film hakkında ise şunu diyebilirim oldukça eğlenceli ve aksiyonlu ve fantastik bir filmdi. İşte bu filmde çocuğumun mimiklerini çok iyi kullandığını düşünmeye başlamıştım.
One Percent of Anything işte ben asıl bu dizi ile Dong Won’a aşık oldum. Genel de Kang Dong Won hayranları bu diziyi pek sevmez ama benim çok hoşuma gitmişti. Hele ki çocuğumun halleri, belki acemilik döneminden tam olarak bilemiycem pek bir şebekti ve benim gözüme çok sevimli görünmüştü. Kıyafetleri hariç iiuuv.
İşte bu gülüş gözler ve dudaklar çizgi halinde
pek bir heycanlı sırıtışa dikkat
Diziden başka bir gif daha
Dizinin arkasından hızımı alamamış Temptation Of Wolves filmini izlemiştim bu filmdede çok tatlıydı ama film beni fazla açmamıştı. Bu film ile ilgili sisin yorumu “ Sevimli iki velet var dı kavga ettiler kaçtılar, kovaladılar ve tipik kore filmi sonu.”
Sonraki filmi galiba Too Beautiful to Lie dı. Bu filmi çok sevmiştim hala severim beni epey bir güldürdüğünü hatırlıyorum biber oğlanın.
Allahım tipe bak çok gülmüştüm bu sahnede
Vee tabiki Magic bu diziyi izlerken pek bir üzülmüştüm çocuğuma, herkes birilerinin yerini doldurmaya çalışıyordu karmaşık ilişkilerin olduğu bir dramdı. Bu diziden aklımda kalan başka bir şey ise Dong Won’un oldukça soğuk bir karakter olduğu, esas kıza da ikinci kıza da sanki aşık numarası yapıyordu hiç inandırıcı değildi. Ama sonlara doğru inandırıcı olmaya başlamıştı. Çok ağlattılar çocuğumu çook. Bir de ikinci kıza çok üzülmüş ve çok kızmıştım bana Washington Meydanı filmindeki kadın karakteri hatırlatmıştı. Ama onun kadar olamamıştı dizinin sonlarına doğru Anakin Skywalker’a bağlamıştı. Vay be dizi beni iyi etkilemiş ki bu kadar şey hatırladım.
Anakin Skywalkera dönüştüğü an
Benim en sevdiğim ise M olmuştu artık o günkü ruh halimdenmidir bilemiycem (hoş 2. İzleyişimde de yine aynı şeyleri hissettim) filmi pek bir beğendim iki sevmediğim kadın oyuncuya rağmen ve karışık kurgusuna, durağan gidişatına rağmen filmi gerçekten sevdim. Herkesin seveceği bir yapım olduğunu düşünmüyorum hatta bir çok kişiyi sıkabileceğini. Nasıl oldu bilmiyorum ben Memento da sıkılmış biri olarak M’i sevdim hele sondaki diyaloğa bir hüzünlendim. Birçok kişinin sıkılacağı bir film ama benim en sevdiğim Kang Dong Won filmi.
Görsellik olarak da çok hoşdu renklerin kullanışı felan
Duelist’e gelelim ne desem bilemedim görselliğine hayran kaldığımı ama konuyu tam kavrayamadığımı söylesem yeter mi. Film bir aksiyon filmiydi için de değişik bir aşk hikayesi vardı dövüş koreografileri de harikaydı tabi hüzünlü gözler de. Dans eder gibi dövüş sahneleri için bile tekrar izleyebilirim.
Haunters fantastik bir filmdi bu filmden aklımda kalan Dong Won’un çok zayıf olduğu ve o delice bakışları uww ürperticiydi lens olmadanda öyle baksa insanı yine ürpertir ama neyse. Film de sevdiğim iki oyuncu olunca otamatik olarak film iyi katagorisine giriyor.(Soo Go’yuda pek beğenirim) Tabi bir de bir kore filminde Aşık Veysel türküsü duyunca film iyice akılda kalıcı oluyor.
Gelelim Secret Reunion’a bu filmide beğenmiştim. İlginç bir casusuluk filmi çıkar ilişkisine dayanan bir ortaklık. Filmde Dong Won ile başrolü paylaşan Kang-ho Song amcamın, izlediğim filmlerini genelde beğenmişimdir. Artık hangisinden kaynaklı bilemiycem iyi bir filmdi. Aaa nasıl unuturum filmin en iyisi gölge karakteriydi amcam süperdi yaa.
Kang-ho Song diyince aklıma Memories Of Murder geldi oda aklıma Voice of a Murdererı ,Dong Won’un başka bir filmini getirdi. Bu film de çocuğumun bir kez bile yüzünü göstermediler birkaç dakikalığına endamını gördük. Ama sesi başroldeydi. Filmi beğenmiştim Dong Won’u göremesem de film oldukça iyiydi ve bana Memories Of Murderı hatırlatmıştı ki bu filmi de çok beğenmiştim. Bana göre iki filmin de sonu aynıydı sanırım bu filmleri daha da üzücü yapıyor.
Hepsi bu demeyi isterdim aslında çocuğumun izlemediğim bir dizisi ve bir de filmi var. Biri Country Princess diye bir dizi. Dizinin ing alt yazısı mevcut ama bende İngilizce mevcut olmadığı için açıp şöyle bir bakıp kapatmışlığım var. Birgün altyazısı çıkarsa yada çok fena aşka gelip elime sözlüğü alıp izleyebilirim. Tabi hiç izlemeyebilirim de( büyük ihtimal bu). Diğeride Camellia adında üç hikayeden oluşan bir film Allah’tan filmin komplesinde oynamıyor sadece bir hikayede var. Aslında kendimi tutamayıp Love for Sale’ e şöyle bir baktım değişik bir hikayeydi (ya da bir şey anlamadığımdan bana öyle geldi), yazıkki ne İngilizce ne de Türkçe altyazısı var. Umarım bir gün çıkar da şöyle anlayarak izlerim.
filmi merak etmemin bir diğer sebebi Song Hye-kyo
kendileri nadir olarak beğendiğim hatunlardan biridir
Vee sisin bu söze yapacağı yorumla bitiriyorum “Alt yazısı olsa ne olur olmasa ne olur filmden sonra tek hatırlayacağım yakışıklı çocuk belki onu bile hatırlamayacağım.”
Amanın ne çok yazmışım Kang Dong Won’un tüm filmografisi burda. Artık bitireyim ,şurda askerliğinin bitmesine bir ay kalan çocuğum umarım dönüşünü şöyle güzel romantik komedi bir dizi ile yapar. Onu şebelek ve aşık olarak görmeyi istiyorum. Galiba çok şey istiyorum nerde değişik ve tuhaf bir senaryo bizimkisi orda, onu sessiz bir Kim Ki Duk filminde görürsem şaşırmıycam (yakışır bebişime)
Ayy tamam tamam sustum başka bir kendini kaybetmeye kadar hoşçakalın.
DAĞITTIKLARIM
Gaksital: Bu dizinin incelemesin yapmayı isterdim fakat birçok blog ve forumda o kadar güzel anlatılmış ve tanıtılmışki ben şimdi ne desem boş olacak biraz da havam da değilim galiba. Bu dizi için diyebileceğim şey oldukça güzel bir dönem dizisi ve kore milliyetçiliği ile ilgili olduğudur. Bunun dışında yeni karakterler ve oyuncularla tanışmamı sağladığını söyleyebilirim
Her daim sinirli
Lee Kang To (Joo Won) Başlarda kötü sonradan iyi
Esas kız iki arkadaşta ona aşık. O ikisindende nefret ediyor yani başlarda
Kimura Shunji (Park Ki Wong) Başlar da melek
Sonlarda Anakin Skywalker
Esas oğlanın enyakın arkadaşı Esas kıza da
aşık . Ben bu çocuğa çok üzülmüştüm yaa.
Vee tabiki Katsuyama ben de bir tane istiyorum banane banane.
Şimdiden 4. sıraya oturdu
Şöyle tek bir el hareketime bakan beni bir gölge gibi takip eden
her emrimi yerine getiren bir Katsuyama istiyorum
Ojakgyo Brothers: Çiftlikte yaşayan 4 oğulları olan bir ailenin hikayesi. Şu an son bölümlerdeyim ve ortalık pek bir karışık. Şöyle anlatayım
Giant: Aslında bu dizi hakkında uzun uzun yazmak istiyorum çünkü gerçekten güzel bir dizi. Eski Türk filmleri tadında bir dram. Babalarının intikamını almak isteyen ama birbirinde ayrı düşen kardeşler mi istersiniz yoksa düşmanlarına aşık olan kardeşler mi. Hepsi burda sıfırdan başlayıp tepeye çıkma ve bir intikam hikayesi gel gel gel…. Pardon ya kendimi kaybettim. Son bir şey daha bu dizide benim için 3.Anakin Skywalker olayı vardır. Kendileri bu beydir.
Joo Sang Wook
Kitap: Gabriel Garcia Marquez'in Kırmızı pazartesi kitabı
Family Honor: Bu dizi One Percent of Anything’in uzun versiyonu gibi gelmişti bana,aslında hiç ortak bir yanları yok ikisininde aile dizisi olması dışında ve çok karakterli olmaları dışında vee tamam başka bir şey yok. Diziyi bu bey hatrına izledim kendilerini pek bir severim bi ara diğer izlediğim yapımlarından bahsederim
Park Shi Hoo
herneyse esas kıza gelince onu boşverin çocuğumun yanında pek bir yaşlı duruyordu. Bir de dizide bu bey vardı
Lee Hyun Jin
Sonradan görme zengin bir ailenin oğlu ile köklü ve soylu ama maddi olarak iyi durumda olmayan bir ailenin kızının önceleri anlaşmalı olarak başlayıp sonradan gerçeğe dönen aşk hikayesi.
Anakin Skywalker: Herkeslerin bildiği darth vader önceki hali. Dizi izlerken başlarda iyi olan ama zamanla (genelde çok fazla sevdikleri ve bu sevgi yüzünden incindikleri için) karanlık tarafa geçen karakterler için kullandığım bir benzetme. Benden çok fazla duyacaksınız.
Star Wars serisini çok severim. Yoda’nın dediği gibi jedilar aşık olamaz. Sebebimi sevgi korkuyu,korku öfkeyi, öfke nefreti, nefret ise karanlık tarafı getirir. Sanırım bu kadar jedi felsefesi yeter.
Washington Meydanı: Hatırlayamadığım bir tarihte TRT de gece yarısı izlediğim bir film. Başroller de Jennifer Jason Leigh ve Ben Chaplin vardı. Yakışıklı fakir genç çirkin zengin kıza parası için mi yoksa gerçekten mi aşıktı. Filmden aklımda kalan bazı diyaloglar var mesela kızın adama “sen çok güzelsin “ demesi gibi ya da filmin sonuna doğru kızın halasına “neden olmasın mutluluk niçin parayla alınmasın” demesi gibi güzel bir film olduğunu hatırlıyorum. Fakat tekrar izlemek için nette aradığımda bırakın Türkçe dublaşlı videoyu hiçbir video bulamadım. Bulan olursa bana da haber versin. Nette dolaşırken bulduğum iki video ile by by.